31 Ekim 2012 Çarşamba

Sen Ki


Sen ki süt mavisiydin bana.
Sen ki geceydin,
Sen ki gündüzdün.
Sen ki evdin,
Sen ki saygıydın.
Sen ki sevgi,
Sen ki süt mavisiydin bana,
Yapmazdın.
Sen ki yitirilmiş hayallerim,
Sen ki sesimdeki titreme,
Yapmazdın,
Kırmazdın.
Sen ki ezanım,
Sen ki mısralarım,
Sen ki süt mavisi
Sen ki mavi,
Sen ki süt denizi.
Yapmazdın.

Mehmet Güreli - Umrumda : http://www.youtube.com/watch?v=4qWE4XbI9iY

21 Ekim 2012 Pazar

Sessizliğin Zamanı




Bir günüm, bir günüm ve bir dünüm geçmedi düşünmeden ne olduğunu ? Sahi ya ne oldu zamana? Nasıl oldu da ilerledi bu kadar? Aldım nefesi ve verdim. Kapadım gözümü ve açtım. Saçlarım dalgalandı soğuk bir dün batımı. Dışarısı gri, kırmızılı gri idi o dün. Her yerde seni ve her yerde süt mavisini aradım. Oyun oynuyorlardı benle. Ve alay ediyordu benimle zaman. Bıkıp usanmıştım olanlardan. Anlamak ve düşünmek istemiyordum zamanı. O an durdum. Kapadım gözümü. Unutmaya susadım, beni hatırlamanı dileyerek. Zaman geldi, geçti gözümden. Açtım gözümü, geçmişti yıllar. Geçen nefeslerimdi aslında. Tükenen aldığım oksijendi. Gitme der gibiydim sana, düşünüyorum da demedim hiçbir zaman gitme diye. Gittin. Gel derdim nefeslerce. Çığlıklarım boğulmasaydı, düşlerimdeki her gel deyişlerimde. Sustun, zaman kadar nankör ve zaman kadar çevremdeydin. Sustun. Defolup gittin zamanın koynuna, çok yakınlaştın başka güzelin kucağına. Nefesim tenimde, öylece bekledim kaldığım yerde. Bıkmıştım, usanmıştım. Unutmayı diledim zamanı.  Zamanın alacası aldı seni. Yitirildin. Yokluğun her şeyi oldun.  Herkes oldun. Yine de sevdin. Belki nefesimden daha çok acı çektin. Belki geldin ve ben görmedim. Belki görmediğim o dün, senin yitirilmeye gittiğin dündü. Hiç bilemedim. Bir gün, bir gün ve bir dün geçmedi düşünmeden ne olduğunu sana? Ölüm gibi kurşuni bir yağmur oldun. Issızdın. Aylaktın. Herkesten daha çok bağlıydın. Kimse bilmezdi. Sen beni düşlerdin.  Denedin. Sen, yok oldun. Gözümü kapadım. Nefesimi verdim. Sen yoktun. Ne bedenin... Ne düşüncelerin... Neydi nedenin? Bir gün, bir gün ve bir dün geçmedi düşünmeden yokluğunu. Yokluğun vardı zamanlarca. Varlığın yoktu nefeslerce. Sense süt mavisi, sense huzurdun bana. Yokluğa teslim oldun. Geçmedi gözünden benim suretim, deli gibi var olmak istercesine bende. Bir gün geçmedi düşünmeden, nerede kaybolduğunu? Suretim kaybınla kaldı. Kayıpların bir dolapta sürüce. En çok da çocukluğun kayıp.  Civciv sarısı bir gözyaşı yatağımda. Uzanır ve uyur öylece. Neredesin? Bir gün, bir gün ve bir dün geçmedi kayıp yanlarını aramadığım. Al nefes ve çık karşıma. Söyle, ölüme vermediğimi kayıplarını. Kalmadı bende, kalamadı yok olmuş kayıpların.  Söyle, hala sende olduklarını. Söyle ki mavim huzurlansın bu sessizlikte. Ah, bıktım ve yoruldum. Ah ben de insandım. Zaman beni de çağırıyor koynuna. Ben inatla çığırıyorum sonsuzluğa. Çığlığım dayanıyor kapına. Kapın kapalı. Yokluğun yokluk, varlığın yokluk. Sen, bir dündesin. Dün ki, süt mavisi. Dün ki huzur...

1 Ekim 2012 Pazartesi

Ada Vapuru



Bir gün,
Bir sabah kalksam yataktan,
Rüzgarlara söylenen şarkıları
İçime çeke çeke yürüsem.
İskelenin bir ucundan öbür ucuna
Sürsem bisikletimi,
Bir yağmur bulutu kaplasa etrafı
Serin bir yağmur yağsa,
Renk renk tentelere sığınsam,
Arsız ada kedileri
Ayak uçlarımda dolanırken
Vapurun sesi çağırsa beni,
Son yudumu içtiğim bardağı
Mehmet amcanın eline tutuştursam
Muzipçe gülse bana,
Seni çılgın dese, arkamdan gülümsese bakkal amcalar gibi.
Alelacele çıkarsam jetonumu ve geçsem rüzgar gibi,
Koşup atlasam Kadıköy vapuruna…
İşte bir sabah,
Yağmurlu bir Haziran sabahı,
Günlerden cumartesi
Elinde hiçlik
Otururken vapurda,
Sakince gelecek yanına
Çapkın gülümsemesi cebinde
Merhaba diyecek
Üzerinden geçen  martılar sana.
Sen de hoş buldum diyeceksin.
Hoş buldum hayata,
Hayat bu acı ve tatlı;
Sen ve ben dolu.
Hoş buldum
.

Lüzumsuz Kadın



Her şey parmağımdaki yara izini fark etmemle başladı. Sahi parmağımdaki yara izi nereden çıkmıştı? Bilmiyorum ya da hatırlamıyorum. Bilmem ya da hatırlamam bu kadar mühim mi gerçekten? Nedense bunları düşünüyor ve boş boş oturuyorum masamın başında. Perdem pencerenin açıklığından gelen esintiyle havalanıyor bense esintideki umutsuzluğumu çekiyorum içime. Gemici geliyor aklıma. O da ne demek? Ben hiç gemici tanımış mıydım ki?  Bilmiyorum. Sanırım… Çocukken ailemle bir bota binmiştik. İzmir’de. Kuşadası olması muhtemel. Yoksa Muğla mıydı? Bodrum da olabilir. Her neyse bir yerde bir bota binmiştik. Belki de tekneydi. Belki küçük bir motor. Gerçeği şu ki denizin üstünde giden küçük bir araca binmiştik, adı her neyse. Gece yarısıydı. Annem telaşlıydı ve üstümü örtmeye çalışıyordu. Bottaki diğer üç beş kişiyse, küçücük alanda anlamsızca dolanıyor, oldukları yerde daireler çiziyordu. Botla nereye geçtik, neden o bota bindik, herkes neden telaş ediyordu bilmiyorum, hatırlamıyorum. Hatırlayamıyorum desem daha doğru olur.  Oysa Gemici Amca dediğim Kaptan Bey’in  gözleri, annemin sıcaklığı, babamın beni kucaklayışı ve üzerimdeki ekoseli battaniye çok anlamlıydı  ve  onların hepsi, şu anmış gibi gözümün önündeler. Durun bir dakika. Ben nereden geldim buraya? Gemici geldi aklıma önce, herhangi bir gemici ve gözleri. Peki gemici nereden çıktı? Kafamın karışıklığından olsa gerek çünkü kafamdaki düşünceler gemici düğümü gibiler. Gemici Amca gelse, bana naif naif baksa ve o babacan ses tonuyla korkma küçük kız, her şey yoluna girecek deyip alnımdan öpse, sanki düğümlerin hepsi bir bir açılacakmış gibi hissediyorum. O halde Gemici Amcayı bulmalıyım. Beynimin en derinine iniyorum ve oradan el sallıyorum gemiciye.Gemici dediğim bu sefer farklı. Kaptan Bey aynı ama benim gemici bir başkası. Gemici dur diyor Kaptan Bey’e. Ben kocaman bir kadın oluveriyorum. Gemici bembeyaz üniformasıyla çapkın çapkın bana doğru yürüyor. Belimi iki eliyle sarıp beni kendine doğru çekiyor. Kızarıyorum. Kaptan Bey uzun zamandır bu anı bekliyormuş gibi alkışlıyor bizi. Gemici sımsıkı sarıyor bedenimi, korkma kadınım diyor korkma, ben buradayım. Derken etraf aydınlanıyor, gündüz oluyor birden. Etraf 60’lı yılların elbiselerini giymiş hanımefendiler ve beyefendilerle doluyor. Bot çoktan kocaman bir gemiye dönüşmüş bile. Gemiden düdük sesi geliyor. Gemicim dudağıma bir öpücük kondurup gülümsüyor. Hoşça kal, diyor. Gemi kalkıyor, denizin üzerinde dalgalar ve köpükler bıraka bıraka uzaklaşıyor. Bense olanlara anlam veremiyorum. Bir gündüz vakti, beyaz puanlı kırmızı elbisem, hasır şapkam ve beyaz eldivenim ile çantama yöneliyorum. Mavi işlemeli, martı desenli beyaz bir bez mendil çıkartıp gözyaşlarımı siliyorum. Düşündüğüm tek şey bedenimi kontrol edenin benim benliğim dediğim beynin olamayacağı oluyor. Çünkü tanıdığım benlik olsaydım; dehşetle etrafı süzer, bir sağa bir sola bakardım. Ancak tam aksine olduğum yerde kalmıştım. Ağlıyordum. Giden Gemicime ağlıyordum. Ağlıyordum. Ağlıyor… Derken etraf karardı tekrar. Bedenim çocuk bedenine bürünmüştü yeniden. Sene 1994’tü. Aylardan haziran. Ağlamamı kesmeden babama koştum. Kucakladı beni. Kopmak üzere olan parmağıma baktı. Şehrin merkezine ulaşmamız gerekti bir an evvel. Botun kalmak üzere olduğunu gördü. Bota bindik. Yanımızdaki genç kadın anneme battaniye uzattı. Annem üzerimi örttü ve beni usulca öpüp saçlarımı okşadı. Babam ablama sarıldı. Bottan inerken parmağım yeniden sızladı. Odamdaydım. Odamdayım. Her yer sessizlik dolu. Masa lambam koltuğumun üzerinde, lambası patlamış odamı aydınlatmaya çalışıyor. Babam uyukluyor. Annemle ablam telaşlı telaşlı konuşuyorlar. Ben sessizce gemiciyi düşünüyorum ve kaptan amcayı hayal ediyorum. Kafam hala karışık. İçim hala buruk. Neredeyim belki de neredeydim demeliyim. Dedim ve bitti.
23 MAYIS 2012 - ÇARŞAMBA
Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın…  
Nazım Hİkmet RAN”

Bugün günlerden salı



Bugün günlerden salı. Bazılarımızın hayali gerçeğe dönüştü, bazılarımız yeni hayaller kurmaya başladı. Birçoğumuzun hayalleri ise geçmişi yaşanabilir kılan birkaç baloncuğa dönüştü. Yok oldu. Hayallerimiz yıkıldı. Birçoğumuzun hayali kocaman bir boşluk içinde süzülüp sonsuzluğa karıştı.
Bugün aylardan haziran. Bazılarımız istediği işte çalışmaya başladı. Bazılarımız evlendi. Bazılarımızın çocuğu oldu. Bazılarımızın doğum günüydü. Birçoğumuz ise bu sıcak yaz gününde içimize gelen ürpertiyle ayağa kalktık. Perdeyi araladık. Camdan dışarı baktık. Bir şeyler hayal etmeye çalıştık. Oysa birçoğumuzun bazıları hayallerini şeytana satmış, bazılarımız ise çöpe atmıştı. Hayal kuramadık. Bize sözde mutluluk için verilmiş para hırsına tutsak ettiğimiz, onun için sattığımız hayalleri sahiplenemedik.

Bugün yıllardan 2012. Bazılarımız hastalığını yenme umuduyla güne başladı. Bazılarımız sevdiğiyle karşılaşır umuduyla sokak sokak dolaştı. Bazılarımız dersinden geçme umuduyla sınava çalıştı. Bazılarımız güzel bir yaşama başlamak umuduyla iş görüşmelerine girdi. Birçoğumuz ise son kalan umudunu, en gizli köşelerinde saklamaya çalışırken onu bir güzele çaldırdı. İçi havayla şişirilmiş boş bir kalbe çaldırdı. Kimimiz umutlarını hayalleriyle birlikte yüreğinden çıkarıp attı.

Bugün yirmi altı haziran iki bin on iki. Çevrenize bakın. Yaşadığımız ülke, çevremizdeki insanlar, sevdiğimiz yürekler, sahiplendiğimiz duygular bir yok oluş içinde. Bugün günlerden salı. Bugün yüreğimiz sessiz çığlıkların içinde kaybolmakta. Dünyaya bakın. Dünya yok oluşla sevişiyor. Bugün insanlık birçok şey kaybetti. Bugün günlerden iki bin on iki. Ve bizler hayallerimizi gerçekleştirmek için para kazanmalıyız; para kazanmak için hayallerimizi satmalı, umutlarımızı yok etmeli, sevdiklerimizi unutmalı, duygularımızı hiç var etmemiş olmalıyız. Bugün aylardan haziran. Kazandığımız parayı hayal etmediğimiz bir yerlerde, istemediğimiz kişiler için harcayacak; bir sistemin kölesi, bir kölenin imrendiği kişi olacağız. Bugün günlerden insanlığın yok oluşu, sevginin yıkılışı. Bugün günlerden salı.