12 Haziran 2015 Cuma

Böyle Geceler

Böyle gecelerde Moda'da bir apartman ve Nişantaşı'nda  bir cafe gelir aklıma. Kaf dağının ardına kadar uzanan anılar zinciri, geçmişin hüzün kokan şarkıları ve dünün ölü umutları şu anın boş atmosferinde beden bulur adeta. geçmişte kurulmuş cümleler ve çoktan yokluğa karışmış hayallerdir boşluğun eli, kolu, teni. Bana dokunur, beni alır ve beni geçmişte ait olduğum bir noktaya atar. Bir ramazan gününe mesela. Nişantaşı sokaklarında annem, ben ve ablam yürüyoruz.  Oldukça eskimiş, solmuş apartmanlar tıpkı gençliğinde çok güzel olan fakat yaşlanınca yüzüne bakılmayan o mağrur kadınlar gibi süzülürdü o günlerde tıpkı şu anda olduğu gibi. İşte fazla dozda nostaljiden kirpiklerindeki rimeli akıtmış bir apartmanın önünden geçiyoruz. Mimarisi adeta İstanbul'un çok kültürlülüğünü anlatıyor. O yüzden de biraz orospu bu apartman. Bağrına inen merdivenlerden geçince, küçük bir kafe var. Üçümüz birbirimize bakıyoruz. Aç gözlülükle ve biraz da oburluğun heyecanıyla giriveriyoruz orospunun en güzel köşesine. Sonra mutlulukla çıkıyoruz. Çıktığımızda Apartman hala siyah lekeyle kavruk ve Hamlet vari bir deliliğe yanıktı. Bir kere bulaşmıştı hüzünün rimel karası. İki üç blok ilerleyip bambaşka bir apartmana geçiyoruz. Psikologun apartmanı. Evet orası psikologun apartmanı. Varlığını sorgulatan, gerçekliğini yamultan bir apartman dairesine adım atıyoruz. Özlem Hanım içeride. Tüm sevecenliğinile bizi bekliyor. Şimdi düşünüyorum da acaba ne yapıyordur? İnstagramda ailesiyle mutlu fotoğraflar paylaşıp kendini ve başkalarının gerçekliklerini unutuyor mudur o da? Özlem hanım dünya tatlısı bir kadın fakat bana iyi gelememişti. Çünkü  nu aşıyordum. Bundandı çocuk yaşıma rağmen beni yetişkin psikoloğuna yönlendirmesi. Oysa bu yönlendirme sadece daha korkunç anıları doğurdu. Şimdi iyiyim. 
Nişantaşından dolmuşa biniyor Aksaray'a geçiyoruz, Haseki'ye. Pak kokulu anneannemin, çatal sesli yufka yürekli dedemin yanına gidiyoruz. İftara. Öyle ya eskiden iftarlar kalabalıktı. Ölüm meleği oturmamıştı soframıza çünkü. Dedemle şark köşesine geçiyoruz. Bana Atatürk'ü, geçmişini ve cumhuriyeti anlatıyor. Cumhuriyetin çocuğu o. Bu beni hep heyecanlandırırdı. Anneannemin büyümüş olduğu Gedikpaşadaki Paşa Konağını ve Hacı Abdurrahman'ın anılarını; bir mirasın ve koca konağın nasıl yok edildiğini dinlemek ise bambaşka bir zevk verirdi bana. Anneannemin Ermeni ve Rum arkadaşlarını tanımak isterdim hep. Saime derlermiş, bebeğin ne güzel derlermiş. Birbirlerine şarkılar söylerlermiş. Anneannem dört beş farklı dilde şarkı söyleyebilirdi. En çok fransızca şarkı söyleyişini severdim. Ona her gittiğimde bana bu şarkıyı muhakkak söylerdi. Ona benzediğim için beni daha farklı severdi. Küçük manolyasının küçüğüydüm. Ne güzel konuşuyorsun derdi bana, tam bir hanımefendi oldun şimdi derdi. Pak kokulu anneannem. 
Böyle geceler sorguladığım, var olduğumu hissettiğim fakat varlığın ne demek olduğunu anlamlandıramadığım korku ve geçmiş dolu gecelerdir. Tam arkamdan bir şey beni takip eder böyle gecelerde. Döndüğümde arkamda ufak bir karaltı görürüm. Sonra yok olur. Delirme korkumun eseri olan bu karaltı belki de geçmişin vücut bulmuş hali. Şimdi yeni yeni idrak ediyorum bunu. Böyle gecelerde benimle konuşan benim çocukluğum, gençliğim ve benim.
Böyle gecelerde, geçmişin hayaleti hüznü ve umudur kondurup yürüğüme uçar gider böylece.

26 Mayıs 2015 Salı

Aşk Üzerine: Dalloway ve sonrası

"Clarissa ile ilişkileri yaşamını bozmuştu, dedi. İnsan, iki kez aşık olamıyor, dedi."

Yaklaşık iki aydır Mrs Dalloway'i okuyorum. Akıp gitmeyen ve bu yüzden başlarda çok sıkıldığım, bir türlü bitiremediğim bir kitabın beni bu denli etkileyebileceğini düşünemezdim. Ah, önyargılar... Kendine özgü bir deliliği vardı Dalloway'in, aşktan korkan. Aşkın, özgür olan her şeyi, doğru olan her şeyi yıktığına inan Clarissa, iğrenç tutku diye düşünmemiş miydi? "İnsanı Küçük düşüren tutku!", demişti. Öyle ya, aşktan ve tutkudan kaçmak ya da aşka ve tutkuya bağlanmak küçük düşürmez miydi insanı? Oysa sevince çoğalırsın ve büyürsün. bir ayrımı olmadığına inandığım sevgi ve aşk kavramının inceldiği yer burası mıydı yoksa? Küçülmek, büyümek...

Düşünüyorum, iki kez aşık olamamak üzerine. O zaman dünya birbirine geç kalmışların ve erken gelmişlerin yeri. Çok az şanslı var, zamanını yakalayabilmiş. Aşk buysa ve bir kez geliyorsa şayet.

Tutku dediğimizin hormonlarımız tarafından uyarılan bedenimiz sayesinde var olduğunu bilecek kadar biyoloji, aşk dediğimizin bu hormonları en mükemmel şekilde harekete geçirmek için bizim tam hissetmemizi sağlatacak o freudien eksiklikten kaynaklandığını  bilecek kadar psikoloji, sevgi dediğimizin bir topluluğa, cemaate ya da bir topluma ait hissetmek için yarattığımız kavramlardan biri olduğunu söyleyebilecek ve bunların üçünü birbirinden ayıramayacak kadar çok şey okudum evet. Buna rağmen içimdeki bilim ve sanat çatışıyor. Aklın önemini vurguluyor biri, sonra bir diğeri de duyguları hatırlatıyor. Sonra içimdeki bambaşka bir ses, illa ayırmak mı gerekiyor bunları diyor. Küçülmek ya da büyümek; sevgi, aşk veya tutku; hormon,bilinç, beyin veya toplum her ne ise cevabı Mrs. Dalloway'in sonunda gizli. "Yürekle kıyaslayınca,"dedi Lady Rooseter, ayağa kalkarken, "beynin ne önemi var ki?" Değil miydi Zeze, acıyı keşfetmek için yola çıkan? Yürekte biten acı ve yürekte doğan sevinçle kıyaslayınca beynin verdiği hükümlerin ne önemi vardı? Ziyade beyin değil miydi zaten kalbe emir veren? Kim bilir belki, ikisi de bir bedenin zıt koşulluğu değil, el ele yürüyen iki dostudur.


2 Nisan 2015 Perşembe

Nostalgia



Gerçeğin içinde ya da hayalimde değilken, ben neredeyim?

Nostalgia-Tarkovsky

21 Mart 2015 Cumartesi

Gereken

Sevişmek gerekti.
Göksüz göçebelerin ruhuyla
Bakışıp, bir peri edasıyla
Çıkmalıydı aranan göklere.

Uzanmak gerekti.
Tütünsüz çiftçilerin hatıralarıyla
Doyup, bir serseri kibritiyle
Yakmalıydı beklenen ateşi.

Uyumak gerekti.
Kalemsiz şairlerin sözleriyle
Boğulup, bir çoban türküsüyle
Boğmalıydı saf gerçeğe sayfaları.

Rüya olmak gerekti.
Sahipsiz bedenlerimizin cilvesiyle
Sonsuzluğa evrilip,
Olunmalıydı hür.

Şimdi sevişelim mi
Özgür olana, hür kalmaya?

19 Şubat 2015 Perşembe

Hediye

ben gecenin sonundan söz ediyorum
ben karanlığın sonundan
ve gecenin sonundan söz ediyorum

evime gelirsen eğer sevgili bana ışık getir
ve oradan mutlu sokağın kalabalığını seyredeyim diye
küçük bir pencere...

Furuğ Ferruhzad

10 Ocak 2015 Cumartesi

Mutsuzluk gülümseyerek

"Mutsuzluk gülümseyerek gelir, adıyla süslenmiştir;
Banliyö treninde rastladığımız,
Sınav saatini kaçırmış liseli kız
Hep kazanırsın ey çözümsüzlük!"

Cemal Süreya