23 Aralık 2014 Salı

Sen benim hiçbir şeyimsin

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz
Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz bos bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarki gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesinle ağlayarak

Sen benim hiçbir şeyimsin


Atilla İlhan

25 Ekim 2014 Cumartesi

Kör Ruh

Bir şeyi özlüyorum fakat neyi özlediğimi bilmiyorum,
Bir şey seviyorum fakat neyi sevdiğimi bilmiyorum;
Kör kalabalıklardan öte bir ruhum yok sana dair,
Sende anımsadığım buruk bir çimlenme, doymamış bir yeşerme.

Bir şeyi hatırlıyorum fakat neden hatırladığımı bilmiyorum,
Bir şeye varmaya çalışıyorum, sana dair bir şeye, fakat varamıyorum.  


Yanımdan güzel geçiyor, yanından güzel
Bir bir gülümsüyor, bir bir öpüyoruz.

Bir şeyi paylaşmaya çalışıyorum fakat sadece 
bulanmış talihten başkasını paylaşmayı bilmiyorum,
Bir şeyleri kıskanıyorum fakat asla 
çarpışmayan ancak daima çatışan diğerleri-mizi- ni kıskanmaktan başkasını bilmiyorum.

Yanında güzel geçiyor, yanımda güzel.
Bir bir gülümsüyor, bir bir öpüyoruz.

Bir şeyi tanıyorum sana dair fakat yaşadığın kalabalığı ve uyuduğun yalnızlığı bilmiyorum
Bir şeye susuyorum fakat neye susadığımı bilmiyorum.
Sana mı susamış bedenim yoksa aydınlığa mı susamış ruhum bilmiyorum.

Kör bir ruhta bilinmezliğe yürüyorum. 

Olur Biter

Ama şunu da aklına ko:
Başımıza gelen bütün bu şeyler
dünyada olmamaktan daha iyi.
Hem bizim için hasret falan da neymiş ki,
sen orda yıldızlara bakar dalarsın,
ben burda cigaramı yakar dalarım,
işte olur biter.

A. Kadir, 1946/Kırşehir

16 Ekim 2014 Perşembe

Zor Her Şey

Şimdi daha zor her şey. Boğuk, büyük ve bulanan bir kalabalık var ortada, dişlilerin dönmesi gibi sakin ve çığırtılı bir gürültü var, etrafta. Et et üstüne, ten tene değmiyor. İşte böyle dünyaya sızmış aklı başındalıklar esir almış delilikleri. Ne garip şimdi daha zor yazmak ve sesini duyurmak haylaz azınlıklara, kalabalıktan kaçınmış ama yine de kalabalık kokanlara.

30.09.2014 - 13:45 Kadıköy/Beşiktaş Vapuru

17 Eylül 2014 Çarşamba

Gül

"Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım"
Cemal Süreya - Gül(1954)

1 Eylül 2014 Pazartesi

Aşk İki Kişiliktir

Binlerce yıl uzaklardadır
           Binlerce kez dokunduğun ten;              
                                                 

                                                       Ataol Behramoğlu 
 

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Vetusta Morla - Copenhague


"Aeropuertos. Unos vienen, otros se van,
igual que Alicia sin ciudad."


"Aéroports. Certains viennent, autres vont, 

comme Alice sans ville."


"Airports. some people come, some people go,

like Alice with no town."

25 Haziran 2014 Çarşamba

Sen ve Ben

http://fizy.com/search/songs/mehmet%20g%C3%BCreli

Gel yine gel, bir sabah yeniden 

Yüreğimde ağlayan şarkıları hiç söylemeden 
Gel yine gel, şu yağmur dinmeden. 
Çekingen gölgeler aklıma gel, gel 
Duvarlar sevişmeden 
Eriyorum senden habersiz burda
Görüyorum her şeyi zamanla
Gel yine gel, yazdıklarınla
Yarım kalmış olsa da, öpüşmeye değer
Göçebe bir rüya hep sana doğru gelen
Ben orda olmasam da bir bilezik geçen
Gel yine gel, gözlerinde gölgeler
Zaman her şeyi değiştirse
Bir gün doğruyu söyler
Sen ve ben, bilmem ne desem
Öyle gidiyoruz işte
Gün saat demeden

Zamanı İzlemek

"İşte burada istediğimi yapabiliyorum. Işık var. Kitaplar var. Ben varım. Dünyam var." diye yazıyor Tezer Özlü ve başka bir yere şöyle yazıyor: "Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güçlü bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalım yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olmayı edebiyatla öğrendim. "

Ne için yazılır diye soruyorum kendime, bu sıcak haziran akşamı ülkede her şey çığırından çıkmışken belki de benim en büyük derdim bu. Yüreğime sevdası düşmüş birçok kadın ve birkaç adamla beraber soruyorum bu soruyu kendime. Her birinden bir damla çalıyorum ve cevabıma ekliyorum: Geçmişten ve gelecekten kurtulmak ve şu anda kendini gerçekleştirmek; bugünde dünün ruhunu öldürmek ve geleceği dünle seviştirip bugünü doğurtmak için yazılır. Kafka günlüğüne şöyle başlar: "Trene bakanlar, tren önlerinden geçip giderken kaskatı kesiliyor. " Bu cümleyi okuduğumda bir ayrılığın eşiğindeydim ve melankoli ile boğuşmaktaydım, nedeni bu olsa gerek bu cümleden üzerine saatlerce düşünecek ve onun üzerine bir hikaye yazma arzusu duyacak kadar etkilendim. Cümledeki tren benim için bir mecazdı. Bu mecazın okları zamanı gösteriyordu. Öyle değil miydi? Zamana bakanlar, zaman önlerinden geçip giderken kaskatı kesilmiyorlar mıydı? Öyle ki zaman en hızlı trenden bile daha hızlı ilerlemekteydi; gittiği nokta, ulaşacağı yer ya da varacağı son durak neresiydi? Zamana bakan biri, eğer ona dikkatlice bakıyorsa zamanın çıkmazında kaskatı kesilir. Neden? Zaman beynimizin alamayacağı bir sonsuza ilerlerken, insanın kendi eliyle yaratmış olduğu bu kavram kendisi için sonluydu. İnsan tanrıyı dahil her şeyi kapsayan bir sonsuzun içinde sonlu olandı. İnsan dediğimiz sonsuz zamanın ufak parçalarıydı. Sonsuz sayıdaki bu sonlu ufak parçalar birleşerek sonsuzu oluşturuyordu. Tıpkı tanrının bir parçası olduğumuz gibi zamanın, demek odur ki her şeyin bir parçasıydık. Bu nedenle zamana bakmak, tanrıya bakmak aslında özümüze, aslında yüzümüze bakmaktır. İşte bunu fark eden zaman izleyicileri kaskatı kesilir.

 Spinoza'dan hareketle zamanı ve tanrıyı dolayısıyla her şey tek bir sonsuza yerleştirdikten sonra yazarı da bu sonsuz biriciğin mimarı ilan etmek istiyorum. Zira, zamanı izleyebilmenin bir karşılığı da yazı yazmaktır. Sayılı kelimeyle yazılmış bir yazı, sonsuz beyinlerin eseri olarak zamana hizmet eder. Bir yazı, bir dünyadır. Tezer Özlü'nün de dediği gibi yaşamla ve ölümle yani sonsuz ve sonluyla yüzleşmek için yazar insan. Yazan insan özgür bir mimar, yazan insan sonsuzluğun mimarıdır.

.

"Yaşanılacak bir yaşam vardır. Üzerine binilip dolaşılacak bisikletler vardır. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak günbatımları vardır."

                                                                                        Cesare Pavese 

1 Mayıs 2014 Perşembe

Pi'ye Takılmak


Treni mi daha çok seviyordun, uçağı mı?
Yoksa yolculuklar mıydı hepsinin nedeni?
O yüzden mi gidiyordun zaman içinde hep ileriye,
Hiç bakmadan geriye?


Uçaklar güzeldi, trenler de öyle
Yolculuğun güzeldi adı.


Bavulun sesi, pasaportun rengiyle,
Sıcak bir koku
Beni evimde hissettiren
Ah yolculuklar, özlemim.






27 Nisan 2014 Pazar

Acının Tarihi


"Ben şimdi diyorum ki
buna inanmak gerek
bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
ve direnmek
hep direnmek devam etmek adına "
 Turgut Uyar - Acının Tarihi

http://vimeo.com/63810516

23 Mart 2014 Pazar

Garip

Günler garip açıyordu,
Gecelerin sessiz sonsuzluğuna bağlananı.
Günler garipti gecelerin öfkesizlğinde.
Sonra günde kuş uçtu,
günde rüzgar esti,
günde yağmur yağdı,
günde çiçek açtı,
günde sen doğdun.
Gecem açıldı günün seniyle,
gecem sen oldu,
senle doldu.

12 Ocak 2014 Pazar

Bir ‘başka’ kadın; Harriet Martineau

Bir ‘başka’ kadın; Harriet Martineau


Harriet Martineau, 1802’de sekiz çocuğun altıncısı olarak Norwich’de doğdu. Zor bir çocukluk ve gençlik çağından sonra yaşamını kitaplar arasında geçirdi. Viktorya Dönemi İngiltere’sinde alışılmışın dışında bir kadın olmanın tüm zorluklarını yaşadı  Martineau.Harriet Martineau,  1832’de, ilk çalışması “Illustrations of Political Economy” (Ekonomi Politik Açıklamaları) ile adını duyurur. Bu çalışma, Adam Smith, Ricardo, Malthus ve James Mill gibi yazarların geliştirdiği ekonomi politiği yalınlaştırarak açıklayan öykülerden oluşur.(1)Bu öyküler, o yıllarda büyük toplumsal değişimleri anlamak isteyenlerin gereksinimini karşılar. Sanayileşmeyle birlikte başlayan istihdamdaki yer değiştirmelerin insanları köklerinden kopararak savurduğu bu dönemde, işçi sınıfının huzursuzluğu yükselmekte, sınıf bilinci ve dayanışması gelişmektedir.  Martineau, kendini hem orta sınıfa hem de işçi sınıfına bir eğitmen gibi görür.Batı’da, 19. Yüzyıl, kadınların hakları için savaşımlarının hızlandığı ve yükseldiği bir yüzyıldı. Martineau da, bu savaşımdan payını alır. Bir kadının böyle bir dönemde çıkıp toplumsal sorunlar ve kapitalist düzen konusunda konuşması, insanları eğitmeye çalışması elbette ataerkil düzende hoş karşılanmaz. Hemen haddini bildirmek için harekete geçilir. Dönemin “Quarterly Review” adlı dergisi, 1833’te Martineau’nun nüfus kontrolüne ilişkin yazısıyla şöyle alay eder;“Zavallı masum! Anneciğine soracağı bir iki basit soruyla merakını giderebilecekken Mr. Malthus’un aritmetik ve geometrik oranları üzerinde kafa patlatıp duruyor.”Martineau, elinin hamuru ile erkek işine karışıyordu ve bu durum erkeklerin hiç hoşuna gitmiyordu.“Edinburgh Review” adlı yayın (1833) ise Martineau’nun, “Kadınların, Parlamentonun ve kamusal yaşamın dertlerini erkeklerin tekelci avuçlarından alacakları günün geleceği” şeklindeki sözlerine yine alaycı bir karşılık verir. Ekonomi- politiğin yalnızca yoksullarla ilgili olduğunu düşünen dönemin ataerkil zihniyeti, kadınların ancak,  yoksullara yardım ederek ekonomi-politikle ilgili olabileceklerini savunur.Martineau'nun iki yıl boyunca ayda bir yayınlanan öyküleri her sayı başına on bin satması, halkın, yukarıda örnek verdiğim yayınlar gibi düşünmediğini ortaya koyar. Dönemin Adalet Bakanı, Martineau için “ülkedeki tüm erkeklerden daha iyi bir iş yaptığını” söyler.Harriet Martineau, yalnızca ekonomi konularında yetkin değildir, aynı zamanda-ki başka türlü olması beklenemez- feministtir ve kadınlar için de birçok yapıt ortaya koyar. “Society in America” adlı yapıtı, kadınlar hakkında teorik değerlendirmelerini içerir. Amerika’nın, kadının durumu açısından İngiltere’ye göre daha iyi olduğunu düşündüğünden, İngiltere’deki kadınlar ile Amerika’daki kadınların durumlarını karşılaştırarak tartışır.Martineau, feminist olmasına karşın, kadın erkek eşitsizliğinin, burjuva toplumunun temellerinden biri olduğunu anlayamaz. Bu durum onun solla buluşmasını engeller. Bu yüzden de toplumsal çatışmalara karşı çıkar. Kadın hareketine yalnızca bireysel olarak destek verir. Böyle bir toplulukta ya da oluşumda bulunmaktan kaçınır. Dönemin en iyi ve zeki özgürlükçülerinden (liberallerinden) biri olarak kalır. Böyle olması yukarıda saydığımız başarılı işlerini gölgelemez.  Adam Smith, Ricardo, Malthus ve James Mill gibi kapitalist iktisatçıların isimleri günümüzde hâlâ birçok yerde görebilirken, “Harriet Martineau” adı neredeyse hiç görülmez.Kim bilir kaç kadının ismi böyle silinip gitti.1.Juliet Mitchel-Ann Oakley, Kadın ve Eşitlik, Pencere Yayınları, 1998twitter.com/ranaulas